MHP’nin “komşu olalım” yaklaşımıyla İYİ Parti lideri Meral Akşener’i hedef alması, muhalefet cephesinde çok da yenilikçi bir durum olmadığını gözler önüne seriyor. Seçimlerin ardından muhalefetin gündeminde genel seçimlerin neden ve nasıl kaybedildiği sorusu hâkimken, AKP ve MHP, yerel seçimlere yönelik stratejik planlamalar yapmaya yöneldi. Bu bağlamda, 100 il ve 1000 ilçe hedefleri belirlenmiş durumda.
İYİ Parti içinde dikkat çeken bir diğer unsur ise, “CHP ve Kılıçdaroğlu yüzünden kaybettik, gerçek oyumuzu alamadık” inancının hala etkinliğini koruması. Bu düşüncenin ne denli gerçekçi olduğu ya da bir tür ödünleme mi olduğu tartışmaları, muhalefet gündeminde uzun süre yer alacak gibi görünüyor. Akşener’in Afyon konuşması, bu inancı diri tutmayı amaçlayan bir strateji olarak öne çıkıyor. Başarısızlığa “mantıklı ve kendisi dışında bir gerekçe” bulamamak, partinin geleceği açısından ciddi bir risk taşıyor. Bu bağlamda, lider Akşener bu değerlendirmeyi güçlendirerek partisinin varlığını koruma çabasına girmiş durumda.
Geçmişe kısa bir bakış atmak, mevcut durumu anlamak açısından önemli. 8 Aralık 2020 tarihinde Kılıçdaroğlu’nun 2021 bütçe görüşmelerindeki konuşması akılda kalıcı bir anı olarak yer ediniyor. AKP’li milletvekillerinin, “Aday ol, aday ol” şeklindeki sataşmalarına Kılıçdaroğlu, “Benim aday olup olmayacağımı size kim söyledi?” yanıtını vermişti. Bu an, AKP sıralarında büyük bir sessizlik yaratırken, CHP sıralarında ise coşkulu bir alkışla karşılanmıştı. Ertesi gün emekli general Ali Er’in, “Yaz bir yere, Kılıçdaroğlu kesin Cumhurbaşkanlığı’na aday olacak.” şeklindeki öngörüsü, zamanla gerçeklik kazanmıştı. Akşener’in bu süreçte sürekli “kazanacak aday” vurgusu yaparak, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıktığı da unutulmamalı. “Kılıçdaroğlu’nun adaylığını bilmiyordum” izlenimi yaratma çabası, gerçekçi bir yaklaşım olarak değerlendirilemez. Akşener’in siyaset öngörüsünün, Kılıçdaroğlu’nun hedeflerini belirleyebileceği fikri, dikkat çeken bir noktadır.
Muhalefet partileri “birbirlerine muhalefet” ederken, karşılarındaki blokun farklı stratejiler içinde olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu nedenle, Akşener’in CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu Erdoğan ve Bahçeli ile aynı kefeye koyarak “Her parti tek başına seçime girsin” önerisi, beklenen etkiyi yaratamayabilir. Aksine, AKP ve MHP kurmaylarının, seçimden bir yıl önce gerçekleştirdikleri “Seçim Yasası” değişikliği gibi detaylı hazırlıklar içinde oldukları haberleri gelmeye devam ediyor. Ayrıca, AKP’nin YSP ile yerel seçimlere yönelik bir iletişim arayışı içinde olduğu duyumları da gündemde.
Türkiye’nin siyasi gündemi artık yerel seçimlere odaklanmış durumda. Muhalefet partileri, geçmişteki hesapları ne kadar erken kapatırlarsa, bu onları o kadar fayda sağlayacak bir konuma getirebilir. Akşener’in bıraktığı “açık kapı” durumu, “İttifak işi Türkiye’yi uçuruma götürüyor” değerlendirmesi muhalefet açısından kaygı verici olabilir. Akşener’in bu değerlendirmeleri, Türkiye ve muhalefet açısından geçerlilik taşıyor olabilir; ancak iktidar bloğunun bu konularla ilgilenmediği de bir gerçektir.
Muhalefet partilerinin kendi adaylarıyla seçime girmesi, hangi tür sonuçlara yol açar? Bu sorunun yanıtını aramak için bazı bölgelere odaklanmak faydalı olacaktır. Adana, Mersin, Ardahan gibi yerlerdeki durumu gözlemleme fırsatımız oldu. Muhalefet partilerinin genel anlamda ittifak dışında kendi adaylarını gösterme zorunluluğu, “güçlerini ispat” etme açısından büyük önem taşıyor. Bu durum yalnızca İYİ Parti için değil, eski HDP yeni YSP için de geçerli bir durum.
Ancak Adana ve Mersin gibi büyükşehirler ile Ardahan gibi il belediyelerinde beş yıllık bir geçmişin oluşmuş olması, durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Zeydan Karalar’ın seçmene yaklaşımı, bir dengeleme sağlarken, Vahap Seçer’in Mersin sokaklarındaki etkisi de gözlemleniyor. Bir zamanlar devletin büyük polis güçleriyle girip çıkamadığı mahallelerde, önemli bir kabul görüyor. Ardahan’da Faruk Demir’e olan ilgi ise, son dönemde dikkat çekici bir şekilde artmış durumda. Eşitlikçi bir yaklaşımın sonuç vermesi, toplum için önemli bir kazanım olarak değerlendirilmeli. Ancak bu durumu “terörle ilintilendirmek” iktidarın sıkça başvurduğu bir söylem. Düşünmek gerekir; muhalefetin benzer bir söyleme dönüşü, Türkiye’ye ve muhalefete ne kaybettirir, kime kazandırır?
GÜNDEM
10 gün önceEKONOMİ
10 gün önceGENEL
10 gün önceGENEL
10 gün önceGÜNDEM
11 gün önceSPOR
11 gün önceGÜNDEM
11 gün önce