İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği Başkanı Dr. Baran Bozoğlu, Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. Bozoğlu, kömürlü termik santralların çevreye verdiği zararlar ve Türkiye’nin enerji politikaları hakkında önemli değerlendirmelerde bulundu.
Toplum olarak büyük bir ağaç sevgisiyle büyüdüğümüz bir gerçektir. Anadolu coğrafyasında, özellikle orman köylüsü, doğayla kurulan ilişki oldukça yoğun. İnsanlık tarihinin köklerinin bulunduğu bir bölgeden bahsediyoruz. Türk toplumu olarak doğaya karşı hassasız. Akbelen’de yaşananlar ve önceden başka alanlarda yapılan faaliyetlerdeki tek bir ağacın dahi kesilmesi hepimizi derinden etkiliyor. Dolayısıyla Akbelen, diğer ormanlık alanlardan daha önemli veya daha az önemli diyemeyiz. İklim değişikliğine karşı mücadelede, sera gazı emisyonlarını azaltmak için doğal alanlara, ormanlık alanlara ihtiyacımız var. Bunu bir uzman olarak söylüyorum ve bu görüşü tüm bilim insanları paylaşmaktadır. Ülkemizin ilgili kurumları da raporlarıyla bu durumu ortaya koyuyor.
Bölgede hali hazırda bir ekosistem oluşmuş durumda. Sonradan yapılacak rehabilitasyon veya başka bir alanda gerçekleştirilecek orman çalışması katkı sağlayacaktır ancak var olanın yerini kuşkusuz alamaz. Burada “telafi” kavramını şartlara göre değerlendirmek gerekir. Dolayısıyla elbette yeni dikilecek ağaçlar bölgedeki ekosistemi yüzde 100 yerine koyamaz ama planlamalar çerçevesinde yeni rehabilitasyon alanlarının sıkı bir şekilde takibi ile gelişme sağlanabilir.
Maden alanlarının rehabilite edilmesi bilimsel ve teknolojik olarak mümkündür ancak bu süreç maliyetli olabilir. Doğada hiçbir şey bir diğerinin tam aynısı değildir ve tıpatıp aynısını üretemeyiz. Ancak kömür çıkarılması kararı var ise bunun rezerv alanı dışında yapılması mümkün değil. Bu nedenle yerinde çıkarılması ve rehabilitasyonunun sağlanması gerekmektedir. Yok edilenin yerine aynısını yapmaya, doğa yasaları izin vermiyor.
Akbelen’deki santrallar 1980’li yıllarda devlet tarafından kurulmuş ve kömür rezervi olarak üzerinde tartışma yürüttüğümüz bölgedeki kömürün alınarak yapılması kurgulanmış. Biz 40-50 yıl önce yapılan bir planlamanın sonuçlarını tartışmak durumunda kalıyoruz. Yani tarihsel geçmişi olan bir süreçle karşı karşıyayız. Meselenin sadece günlük tartışmanın içinde eritilmesi, birkaç gün sonra konuyu hiç konuşmadan başka bir konuya geçiş yapmamız bizi sonuca götürmez. Başka bölgelerde de Kaz Dağları’nda da bunu gördük. Türkiye’nin en başta tek bir ağacını dahi koruyacak çaba içinde olması gerekiyor. Hiçbir orman bir diğerinden daha değerli değildir. Bunların korunması, iklim değişikliği için vazgeçilmezdir.
Şu saatten sonra bölgede çevresel etkinin dikkatle izlenmesi gerekmektedir. Çevresel etkinin azaltılmasına yönelik uzman kurum ve kuruluşlarla projeler üretilmeli. Bağımsız bir yapının izleme ve raporlama sürecini yürütmesi önemlidir. Rehabilitasyon planı da kamuoyuyla paylaşılmalıdır.
Yaşamın sürdürülebilmesi, toplumun devamı ve özellikle iklim değişikliğiyle ilgili krizlerin azalabilmesi için orman vazgeçilmezdir. İklim değişikliğine neden olan sera gazlarının fosil yakıtlardan, kömürlü termik santrallardan, petrolden kaynaklı oluştuğunu görüyoruz. Kentlerimizdeki sel felaketleri, orman yangınları ve sıcak hava dalgalarının her yıl artıyor olmasının nedeni de yine iklim değişikliği ve doğaya karşı yapılan bu faaliyetlerdir. Aynı zamanda Türkiye, Paris İklim Anlaşması’na taraf olmuş bir ülkedir. Dünyanın hedefi 2050’de karbon nötr olmaktır. Biz de çevreyle doğayla barışık enerji üretim biçimlerini sürdürülebilirlik perspektifi ile ortaya koyabiliriz; dolayısıyla çaresiz değiliz.
Yeni sanayi devrimini, yeşil devrimi kaçırmak istemiyorsak, kömürden çıkış için bir politika belirlememiz gerekmektedir. Yenilenebilir enerji kaynaklarında netleşip kömürlü termik santralları ve kömür madenciliğini bırakmalıyız.
Enerji verimliliğini geliştirmeli, sanayide, tarımda, üretimde teşvikler artırılmalıdır. Olası savaş veya kriz durumlarında enerji güvenliği çok önemlidir. Rüzgâr ve güneş santralları için önemli bir çaba vardır. Böylesi bir artış varken, dünyaya örnek olacak hamleler yapma potansiyeline sahipken hâlâ uluslararası alanda da bizi olumsuz gösterecek olan termik santral ısrarımızdan vazgeçmemiz gerekiyor. Katma değeri yüksek olan bir planı ortaya koymak gerekmektedir. Bunu yaparak enerji devrimine daha büyük katılım sağlayarak yerli ve milli teknolojileri kullanacağımız bir enerji alanını yaratabiliriz. Çevresel zararı büyük, verimi düşük bu santralların kapatılması planlanmalıdır. Geri kalmış bu teknolojilere yatırım yapmak Türkiye için doğru değildir.
Artık pil teknolojisi ve depolama sistemleri çok gelişmiştir. Dolayısıyla rüzgâr, güneş, jeotermal, hidroelektrik santrallardan üretilen enerjinin depolanması mümkündür. Türkiye’de de özellikle pil ve depolama sistemlerine dair ciddi yatırımlar yapılmıştır. Dolayısıyla rüzgârın ve güneşin olmadığı, suyun akmadığı zamanlarda depolanmış enerji ile bu sorunları aşmak mümkündür.
Yeşil devrim için ve ihracatının büyük kısmını Avrupa ülkelerine yapan bir Türkiye’de ürünlerin AB’ye girerken karbon vergisine tabi olmaması, sanayimizin zarar görmemesi için de kömürden ürettiğimiz elektriği düşürmemiz, enerji verimliliğini artırmamız ve halihazırda büyük gelişme gösteren yenilenebilir enerjiye daha fazla yönelmemiz gerekiyor. Elimizde yeni bir araç var. “Stratejik Çevresel Etki Değerlendirme” diyoruz. Türkiye bu mevzuatı çıkardı.
Buna göre ülkenin gelecekteki enerji politikasını kurgulaması gerekiyor. Akbelen bize ders olmalı. Üretim ve madencilikte planlama yapmamız ve bunun tüm paydaşlarla konuşulması, insanların da yanında yöresinde ne olacağını görebilmesi gerekiyor. Bilim ve liyakatin ışığında bu planlamalar yapılmalıdır.
Kömür madenciliğinin istihdama etkisinin çok kısıtlı olduğu ortaya konulmuştur. Bu alanlardan ekmek yiyen vatandaşlarımız için madenden kademeli çıkış yapılması, nitelikli işgücünün yenilenebilir enerji sektörüne yönlendirilmesi gerekmektedir. Buna yeşil dönüşüm içerisinde adil geçiş süreci diyoruz. Yani kimseyi geride bırakmadan bir geçiş sürecini tamamlamalıyız.
Kişisel egolardan sıyrılarak konuyu gerçekten yürekten ele alan kişilerin de olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bu kişiler sayesinde bizim çevre mevzuatımız ve hukukumuz gelişebiliyor. Bu samimi hassasiyetlere kulakları tıkamamak lazım. Her alanda olduğu gibi bu alanda da farklı kaygıları olan kişiler ve gruplar olabilir; bu kişi ve gruplarla gerçekten hassasiyeti olan ve gelişmeye yönelik çabaları olanları karıştırmak ve aynı potada değerlendirmek bizi sorunların çözümünden uzaklaştıracaktır.
Söz konusu maden, devlete ait olan ve geçici süreli işletmesi özelleştirilen Yeniköy ve Kemerköy termik santrallarına kömür sağlamak için açılıyor. 40 yıl önce planlanmış ve bu rezervler olduğu için yapılmış santrallar. Bu nedenle şirket isimlerine odaklanılmasını anlamsız ve kolaycılık olarak görüyoruz. Her yatırım, aynı zamanda bir siyasi karardır. Dolayısıyla çevresel hassasiyeti olan kişi ve kurumlardan önce siyasetin bu konuyu sağlıklı bir şekilde ele alması gerekir. Ancak siyaset alanı bu konuda çok yetersiz, muhalefet partilerinin de çevre, iklim ve enerji alanındaki kabiliyeti ve liyakati yetersiz. Akbelen, 40 yıl önce hesaplanmış ve hedef gösterilmiş bir süreçtir. Son 10 yıldır da bu konuda hazırlıkların yapıldığı bilinmektedir. Bu konuda siyaset mekanizmasını işletmemiş iktidarla ve bürokrasiyle masaya oturup konuyu çözmeye çalışmamış ancak konu popülerleşince sahaya giden muhalefetin de burada not edilmesi gerekmektedir. Çevre sorunları, olay olduktan sonra çözülecek sorunlar değildir; operasyonel ve diyaloğa açık şekilde çözülebilir. Siyaset alanı verimli çalışmayınca toplum ile bürokrasi karşı karşıya geliyor ve sorun çözülemiyor. Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırmış muhalefetin de tam kadro Genel Kurul’a katılmaması oldukça manidar.
Dr. Baran Bozoğlu, 1983 yılında Elazığ’da doğdu. ODTÜ Çevre Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra, ODTÜ Kentsel Politika Planlama’da yüksek lisans yaptı ve AÜ’de İklim Değişikliği ve Paris Anlaşması üzerine doktorasını tamamladı. Georgetown Üniversitesi’nde liderlik eğitimini aldı. Çevre Bakanlığı’nda uzman, baş denetçi, Washington DC Belediyesi’nde sürdürülebilirlik uzmanı, ASKİ genel müdür yardımcısı olarak görev yaptı. 10 yıl boyunca Çevre Mühendisleri Odası genel başkanlığı görevini yürüttü ve şu an İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği Başkanlığı görevini üstlenmektedir.
Fotoğraflar: Necati Savaş
GÜNDEM
10 gün önceEKONOMİ
10 gün önceGENEL
10 gün önceGENEL
10 gün önceGÜNDEM
11 gün önceSPOR
11 gün önceGÜNDEM
11 gün önce