İsrailli NSO şirketi, ürettiği Pegasus isimli casus yazılımın, gazetecilerin, insan hakları aktivistlerinin ve hatta siyasi liderlerin takip edilmesinde kullanıldığına dair iddialara yanıt vererek, müşterilerinin dikkatli bir şekilde denetlendiğini savunuyor. Ancak bu durum, yüksek teknolojili gözetleme yöntemlerinin artık çok sayıda ülke ve birey tarafından erişilebilir hale geldiğinin bir göstergesi.
Geçmişte, güvenlik güçlerinin ne yaptığınızı öğrenmesi için önemli bir çaba sarf etmesi gerekiyordu. Telefon dinlemeleri, evinize gizli dinleme cihazları yerleştirilmesi veya peşinize bir gözetleme ekibi takılması gibi yöntemler, resmi izin gerektiriyordu. Ancak günümüzde, kişisel bilgilerinizin, konumlarınızın ve sosyal bağlantılarınızın izlenmesi, sürekli yanımızda taşıdığımız mobil cihazlar sayesinde oldukça basit hale geldi.
Uzaktan erişim sağlamak, başlangıçta sadece birkaç ülkenin sahip olduğu bir yetenek olarak düşünülüyordu. Ancak günümüzde, gözetleme ve casusluk yöntemleri, pek çok ülkenin yanı sıra bireylerin ve küçük grupların da eline geçmiş durumda. Eski ABD’li istihbarat görevlisi Edward Snowden, 2013 yılında Amerikan ve İngiliz istihbaratının küresel iletişime erişim gücünü ifşa ettiğinde, bu durum yalnızca bir skandal olarak değil, aynı zamanda diğer ülkelerin de benzer yetenekleri elde etme isteğini doğurdu.
İsrail, yüksek teknolojili gözetleme alanında her zaman öncü bir ülke olmuştur. Özellikle, eski istihbaratçılar tarafından kurulan NSO gibi şirketler, bu teknikleri ticarileştirme konusunda öne çıkmıştır. NSO, yazılımlarını yalnızca “ciddi suçlular ve teröristlere” karşı kullanılmak üzere sattığını iddia etse de, bu tanımların ne şekilde yapıldığı büyük bir soru işareti olarak kalmaktadır.
Otoriter rejimler, sıkça gazetecileri ve muhalifleri, güvenlik tehditleri olarak etiketleyerek gözetimler için bahane bulabiliyorlar. Bu tür ülkelerde, bu güçlü gözetleme tekniklerinin nasıl kullanıldığına dair denetim ya çok sınırlıdır ya da tamamen yoktur.
Şifreleme yöntemlerinin yaygınlaşması, hükümetlerin bireylerin cihazlarına erişim arzularını artırdı. Eskiden telefon görüşmeleri, telekomünikasyon şirketlerine kaydedilmesi için talimat verilebiliyordu. Ancak günümüzde, bu görüşmeler şifreli hale geldi ve hükümetlerin bu bilgilere ulaşabilmesi için cihazlara fiziksel olarak erişmeleri gerekiyor. Cihazlar artık çok daha zengin bir veri hazinesi sunuyor, bu da onların gözetim arzularını daha da güçlendiriyor.
Ülkeler, bu yetenekleri elde etmek için yeni ve yaratıcı yöntemler geliştiriyor. Örneğin, ABD ve Avustralya’nın suç çetelerine karşı gerçekleştirdiği ortak operasyon, güvenli olduğunu düşündükleri telefonların dağıtımını içeriyor. Ancak sorun yalnızca telefonlardaki casus yazılımlar ile sınırlı değil; diğer yüksek teknolojili istihbarat yöntemleri de hızla yayılıyor.
Artık internet üzerinden işletmelere zarar verebilecek teknolojilere de kolayca erişim sağlamak mümkün. Geçmişte, bilgisayar korsanlarının sistemlerden fidye talep ettiği fidye yazılımları, artık geniş bir pazarda kolayca satılabiliyor. Bireyler, bu tür yazılımları kullanmak için kâr paylaşımı yaparak, gerekli teknik destek ve danışmanlık hizmeti alabiliyorlar.
Bunların yanı sıra, kişisel veri toplama ve insanların davranışlarını analiz etme gibi teknikler de artık herkesin erişebileceği hale gelmiştir. Veri toplama işlemleri sadece devletler için değil, aynı zamanda şirketler için de geçerlidir. Şirketler, sosyal medya üzerinden kullanıcıların ilgi alanlarını ve tercihlerini takip ederek, pazarlama stratejilerini geliştirmektedir.
Tüm bu durumlar, hem bireylerin hem de devletlerin birbirlerini izleyebileceği, dolayısıyla herkesin hem casus olabileceği hem de casusluğa maruz kalabileceği bir dünya yaratmaktadır. Sonuç olarak, teknoloji ve gizlilik arasındaki denge, giderek daha karmaşık ve tehditkar bir hal almaktadır.
GÜNDEM
10 gün önceEKONOMİ
10 gün önceGENEL
10 gün önceGENEL
10 gün önceGÜNDEM
11 gün önceSPOR
11 gün önceGÜNDEM
11 gün önce